Bu kafayla bu sokak köpekleri sorununa çözüm bulunabilir mi?
Sokak hayvanları tartışması olanca gürültüsüyle devam ediyor. Uyutmak yani öldürmek seçenek bile olamaz, bu kabul edilemez. Dolayısıyla ne yapmak gerekiyor? İşte tartışma zaten bu noktada kitleniyor. Çünkü dünyanın hiçbir medeni ülkesinin sokaklarında böyle başı boş köpek yok, dünyanın hiçbir medeni ülkesinin sokaklarında insanlara saldıran köpekler yok. Dünyanın hiçbir medeni ülkesinin hayvan barınakları da bizdeki gibi değil. Bizim barınaklar, geçen cuma anlattım, soykırım kampları, imha kampları gibi, orada sağ çıkmak mümkün değil. Mesela hayvanseverler, köpekler kimseye zarar vermez filan diyor ama son 5 yılda 100’e yakın insanımız başı boş sokak köpekleri yüzünden hayatını kaybetti. 67 kişi mesela sokak köpeklerinden kaçarken otomobilin altında kalarak can verdi. Kimseye zarar vermezler diyoruz ama maalesef bunlar oluyor.
Mesela Güvenli Sokaklar Derneği diye bir dernek var. Bu derneğin başkanı, 10 yaşındaki kızı başı boş köpekler tarafından öldürülmüş bir baba. Hani kimseye zarar vermezler diyoruz ama zarar gören insanların, evladını kaybeden insanların derneği bile var. Dolayısıyla ne yapmak lazım?
Ben mesela her sabah Caddebostan sahilinde yürüyüş yapıyorum İstanbul’da. Ya lütfen tasmasız gezdirmeyin diye uyarı tabelaları var bütün sahil bandında. Bu uyarılara uyan hayvanseverleri tenzih ediyorum, tasmalı geziyorlar. Ama çoğu tasmasız gezdiriyor, koşturuyorlar. Küçük köpek olsa neyse, ya kocaman yani devasa köpekler koşturuyorlar. Aynı sahilde başı boş onlarca köpek de var. Tasmasız gezen bu sahipli köpekleri görünce saldırıyorlar birbirlerine.
Ben mesela bir defasında bir hanımefendiyi uyardım, dedim ki lütfen tasmasız gezdirmeyin, bakın orada tabela var dedim. O tasmayı sana takarım dedi ya. Erkek olsa o tasmayı ona yedireyim ama kadın olduğu için boynumuz kıldan ince, özür dilerim deyip yürüyoruz. Şimdi böyle hayvanseverlik olur mu?
Dışarıdan bakıyorsun, böyle modern görünümlü, eğitimli zarif bir hanımefendi. Ama lütfen kurallara uyun diye uyardığınızda o tasmayı sana takarım diyecek kadar kaba ve çirkef olabiliyor. E bu bakış açısıyla bu feci soruna çözüm bulunabilir mi? Mesela sayfiye beldelerinde bir restorana gidiyoruz, başı boş köpekler masaların arasında dolaşıyor, kediler masalara çıkıyor, atlayıp tabaktan yemek kapıyor, köpekler mutfakta yatıyor. Kardeşim böyle restoran olur mu diyoruz. Cevap olarak ne diyorlar? Hayvan sevmiyorsunuz diyorlar. Ya bunun hayvan sevmekle sevmemekle nasıl bir alakası olur? Mutfakta köpek olur mu? Bu kafayla bu yakıcı soruna çözüm bulunabilir mi? Elbette samimi hayvanseverleri tenzih ederim. Özellikle barınaklardan köpek alan, edinen hayvanseverleri, bu konuda farkındalık yaratmaya gayret eden hayvanseverleri tenzih ederim, çok da teşekkür ederim yurttaş olarak. Ama genel olarak hayvanseverin etiketini seviyoruz, elimizi taşın altına koymadan sadece hayvan sever görünmeyi seviyoruz. Böyle olunca ne oluyor?
Bakın size bir matematikten bahsedeyim. Bir köpek 10 aylıktan itibaren yavrulamaya başlayabiliyor. 10 aylık olduktan sonra artık her 6 ayda bir doğum yapabiliyor. Yılda iki kez doğum yapabiliyor, her doğumda da 4 ile 12 arasında yavru dünyaya getirebiliyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir çift köpek 6 ayda bir yavrulayan sadece 6 yılın sonunda 67.000 köpek dünyaya getirebiliyor. Bakın 67 değil, 67.000, yanlış duymadınız. Bir çift köpek 6 yılın sonunda 67.000 köpek olabiliyor. Sokaklarımız işte bu yüzden böyle.
Özellikle pandemi döneminde kısırlaştırma faaliyetleri sekteye uğradı, sokağa çıkma yasakları falan, belediyeler bilmem ne. Bu yüzden işte sokaktaki başı boş köpek sayısında böylesine büyük bir patlama meydana geldi. Bir çift köpek 6 yılın sonunda 67.000 köpek olabiliyor. Sonra ne oluyor? İşte güya çok hayvanseveriz ama bu hayvancıklar sokaklarda perişan bir hayata sürükleniyor veya barınaklara toplanıyor, ölene kadar feci bir hayat sürdürüyor. Güya hayvanseveriz ama aslında sokak köpeklerinin işte böylesine mahvolmasına, perişan olmasına sebep oluyoruz. Türkiye’yi de işte sokaklardaki başı boş köpeklerle görüntü olarak dünyanın en ilkel ülkelerinden biri haline getiriyoruz.
Şimdi bakın lütfen size bir fotoğraf göstereyim ve hayvanseverlik aslında nasıl oluyor o fotoğrafla onu anlatmaya gayret edeyim. Bu fotoğrafını gördüğünüz yer Londra, Hyde Park’ın hemen yanı. Hyde Park’ın Mayfair bakan kapısından çıkıyorsunuz, sizi bu görkemli anıt karşılıyor. Bu anıtta ne var? Eşek, at, katır, köpek, güvercin, fil, deve, kedi, yunus ve keçi var. Evet, bu hayvanların heykelleri veya figürleri var, hepsi birlikte bu anıtı oluşturuyor. Dünya savaşlarında İngiliz Ordusu ve müttefik kuvvetleri yanında görev yaparken hayatını kaybeden hayvanların anısına yapılmış bir anıt bu.
Anıtta kimisinin bronz heykeli var, kimisinin taş kabartması var. Böyle yorgun, bitkin, peş peşe yürüyorlar, sırtlarında taşınması ağır tüfekler var, cephane sandıkları var. Önlerinde bir duvar yükseliyor, fotoğrafta görüyorsunuz, mutlaka. O duvarın tam ortasında bir aralık var, ölümü simgeliyor. Aralıktan geçiyorlar, yani ölüme yürüyorlar. O duvarın üzerinde ne yazıyor biliyor musunuz? Gören herkesi hüzünlendiren çarpıcı bir cümle yazıyor: “Onların seçeneği yoktu.” Evet, onların seçeneği yoktu.
1’inci ve 2. Dünya Savaşı cephelerinde 16 milyon hayvan insanlarla birlikte çarpıştı. 16 milyon hayvan can verdi. 2. Dünya Savaşı’nda köpekler kızak çekerek on binlerce yaralı askeri cepheden tahliye etti. Koklayarak milyonlarca mayın tespit ettiler. Hatta paraşütçü köpekler vardı. Evet, paraşütçü köpekler. İlk kez 2. Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Komandonun vücuduna bağlanıyor, birlikte uçaktan atlıyorlar, yere ayak basar basmaz dedektör gibi bölgede patlayıcı arıyorlar. Paraşütçü köpek. Güvercinler mesaj ve mikrofilm taşıdılar. İngiliz istihbaratı 2. Dünya Savaşı’nda 200.000 posta güvercini kullandı. Amerikan ordusunun 54.000 güvercinden oluşan özel muhabere birliği vardı. Evet, 3.000 yetiştiricileri vardı bunların, 54.000 de güvercin vardı. Muhabere birliği gizli mesajların %90’ını isabetli şekilde hedefe ulaştırmayı başardılar.
Filler hem sırtlarıyla kamyon görevi görüyorlardı hem de hortumlarıyla vinç görevi görüyorlardı. Develer kamyonet görevi görüyorlardı. Bakın, Dickin Madalyası diye bir madalya var. 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana savaş kahramanı hayvanlara veriliyor. Sadece üstün cesaret gösteren askerlere verilen ve İngiltere’nin en yüksek kahramanlık ödülü olan Victoria Cross madalyası var. Victoria Cross madalyasına eşit kabul ediliyor. 1. Dünya Savaşı’nda 32 güvercin, 18 köpek ve 3 ata verildi bu madalya. Evet, bugüne kadar toplam 68 hayvan bu madalyayla onurlandırıldı. En son 2018 yılında Afganistan’da ağır ateş altında olmasına rağmen tuzaklanmış patlayıcıyı tespit ederek İngiliz komandolarının hayatını kurtaran ve bu sırada da ciddi şekilde yaralanan Mali isimli köpek aldı.
Evet, Dickin Madalyası kedilere de veriliyor. Mesela Dickin Madalyası verilen ilk ve tek kedi var. İsmi Simon. Simon, 1949 yılında Britanya destroyeri HMS Amethyst’te görev yapıyordu. Mutfağı koruyordu, fare avcısıydı. Saldırıya uğradılar, 23 bahriyeli öldü, kaptan bile öldü. Simon ağır yaralandı, şarapnel parçası isabet etmişti zavallı kediye. Vücudunun bir bölümü de yanmıştı. Dayandı, ölmedi. Destroyer kuma oturmuştu, 101 gün muhasara altında kaldılar. Bu 101 gün içinde yaralı askerlerin en büyük moral kaynağıydı. Simon kendi yaralarına aldırış etmeden yaralı askerlerin başucunda bekliyordu, mırıldanarak onlarla konuşuyordu, başıyla okşuyordu. 101 gün sonra mucizevi şekilde gemi yüzdürüldü. Sonra da önce “usta gemi kedisi” rütbesi verdiler, sonra da Dickin Madalyası verdiler.
Bu fotoğrafını gördüğünüz anıtın açılışı 2004 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth adına Kraliçe’nin kızı Prenses Anna tarafından yapıldı. Bu anıtın bir benzeri Paris’te yapılıyor. Hayvan hakları dernekleri kampanya başlattı, Paris Belediyesi de kabul etti. Şimdi büyük bir anıt yapılıyor. Tıpkı Londra’daki gibi, görevini yerine getirirken gaz zehirlenmesinden ölen güvercinler başta olmak üzere savaşlarda can veren köpekler, atlar, kediler, eşekler oldu. Hayvanseverlik işte budur. Bu tür anıtlarla, bu tür madalyalarla, bu tür faaliyetlerle topluma, özellikle de çocuklara hayvan sevgisi aşılanır. Toplum gerçekten hayvansever oluyor. Toplum gerçekten hayvansever olunca ne oluyor? İşte bugün İngiltere’de hiçbir şehrin sokaklarında başıboş köpek filan göremezsiniz. Eğer gerçekten hayvan seversen, köpekleri veya herhangi bir hayvanı böyle feci bir hale getiremezsin, böyle bir feci hale, ortama terk edemezsin. Buna göz yumamazsın.
Bakın, bugün İngiltere’de akvaryuma süs balığını bile kafana göre alamazsın. Şartları var. Evinde akvaryumun kaç litrelik olduğunu bile ölçüyorlar. Yoksa alamazsın, vermiyorlar. İngiltere gerçekten hayvansever bir ülke olduğu için, bugün İngiltere’nin hiçbir şehrinde başıboş sokak köpeği göremezsin, barınak faciası filan göremezsiniz. Kimsenin kalbini kırmak istemiyorum ama böyle kapının önüne su dolu yoğurt kasesi koymakla olmuyor bu iş. Samimiyetle uğraşmak gerek.
Bakın İzmir’de mesela cumhuriyetin kuruluşuyla ilgili bu çok önemli bir şey. Aslında bu Londra’daki hayvan anıtının bir versiyonu. Emekçi Atlar Heykeli var İzmir’de. Emekçi Atlar Heykeli hayvan hakları konusunda dünya çapında değeri olan gerçekten eşsiz bir heykel.
Bakın, 9 Eylül 1922, Milli Mücadele zaferle sonuçlandı, İzmir kurtarıldı. Ama biliyorsunuz, İzmir’i kaybetmeyi hazmedemeyenler şehri ateşe verdi, İzmir yangını başladı. Evler, dükkanlar, ibadethaneler, hanlar, hamamlar 25 binden fazla bina kül oldu İzmir’de. İzmir yangınından da geriye devasa boyutlarda bir enkaz bölgesi kaldı. Bugünkü fuar alanı. İzmir’in unutulmaz belediye başkanı Behçet Uz, bu enkaz alanını temizleyip apartman falan dikmek yerine, İzmir’in en büyük parklarından birini yapmaya karar verdi. Bu çalışmaları sırasında binlerce at arabası kullanıldı.
Evet, 360.000 metrekarelik devasa alanın molozları at arabalarıyla taşındı. Bu aylar süren temizlik sırasında o hafriyatta çalışan atlardan 168’i öldü. Kimisi kazada, kimisi hastalıktan, kimisi yorgunluktan. 168 at can verdi. Efsane başkan Behçet Uz bu fedakar atları asla unutmadı. Asla unutulmasın diye de anıt yaptırmaya karar verdi. Heykeltıraş Şadi Çalık’tan rica etti. İşte bu fotoğrafını gördüğünüz bronzdan at şeklinde bir nal ve su içen üç at başı yapıldı.
Emekçi Atlar Heykeli 1936 yılında fuarın Basmane’ye açılan 9 Eylül kapısına yerleştirildi. 1940’ta da hayvanat bahçesine taşındı. Emekçi Atlar Heykeli’nin dünyada örneği yoktur. Hayvanseverlik işte budur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi, Anka kuşu gibi trajik yangının küllerinden İzmir’i yaratan kurucu felsefe, işte böyle hayvanseverdi. Bir topluma, özellikle çocuklara hayvan sevgisi aşılamak için böylesine evrensel bir iz bırakmıştır. Türkiye eğer o kurucu felsefeyi takip etmeyi başarsaydı, bugün sokaklarımızda başıboş köpek trajedisi yaşanmazdı. Türkiye gerçekten hayvansever bir ülke olurdu, hayvanlara da insan gibi değer veren bir ülke olurdu.
Emeklilerimiz işte görüyoruz, CHP ile birlikte falan miting yapıp insan gibi yaşayabilmek için haykırıyorlar. Bir ömür çalıştılar, bir ömür boyunca bu ülkeye katkı sağladılar. Tam hayatlarının en huzurlu dönemini yaşamaları gerekirken, ucuz ekmek kuyruklarında, ucuz kıyma kuyruklarında sürünüyor, hava karardıktan sonra pazarlardan çıkma sebze topluyor, sadaka gibi maaşla yaşam mücadelesi veriyorlar. 70 yaşına gelmelerine rağmen eve 3 kuruş götürebilmek için tabi oda bulabilirlerse çalışmaya devam ediyorlar. Emeklilerimiz.
Halbuki Danimarka mesela, bakın lütfen altını çizerek dinleyin, 4 yıl önce enteresan bir emeklilik konusunu parlamentoda karara bağladılar. 4 fili emekliye ayırdılar. Evet, sirkte çalışan 4 fili emekliye ayırdı. Danimarka hükümeti bu fotoğrafını gördüğünüz Ramboline, Lara, Djunga ve Jenny isimli emektar filler için artık çalışmasınlar, emekli olsunlar diye personeli oldukları sirke 1.6 milyon Euro tazminat ödedi hükümet. Emeklilik hayatlarını keyifli sürmeleri için safari parkına yerleştirdi. Bizim emeklilerimiz bu halde, adamların filleri emekli oldu kardeşim. Hatta fillerle birlikte bir de deve emekliye ayırdılar.