Ben bugün konuşmamda özellikle “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” diye böyle büyük cafcaflı laflarla lanse edilen model üzerine birkaç söz söylemek istiyorum: Biz buna “yeni müfredat” diyelim, biraz Türkçe konuşalım. Bu “maarif modeli” denen modelde, işte, Türkçeyi geliştirme üzerine pek çok madde yazılmış ancak böyle kavramlara baktığımızda, “Maarif ne demek, bilinmeyen bir dil mi acaba?” diye baktığımızda Türkçe olmadığını görüyoruz. Neden eğitim denmiyor? Neden maarif deniliyor? Peki, bu kavramlardan birkaçına ben yer vermek istiyorum: “Eğitim” yerine “maarif”, “gelişim” yerine “inkişaf”, “inanmış” yerine “mutmain olmuş” gibi kavramlar kullanılıyor.
Ne kadar “Türkçe’nin doğru ve etkili kullanımı.” dense de böyle çelişkiler yumağı. Zaten bu iktidarın şu anda en önemli yaşadığı sorun -bence kendi sorunu olarak da görülebilecek- müthiş bir çelişkiler yumağı içerisinde… Bu “Maarif Modeli” denen aslında millî eğitim modeli 2012 yılında uygulanmaya başlanan 4+4 eğitim modeli, ardından ÇEDES’ler ve MESEM’lerle bir toplum mühendisliğinin açığa çıkardığı bir model olarak karşımıza çıkıyor ve çok tehlikeli bir model olarak karşımıza çıkıyor. Mutlaka buna karşı mücadeleyi yükseltmek, sesimizi her alanda yükseltmek zorundayız.
Bakın, 4+4 eğitim modeliyle çok küçük yaştan itibaren çocuklar belli bir, yani tek bir dinin, tek bir mezhebinin inancı üzerinden yetiştirilmeye çalışılıyor. Oysa bizim toplumumuzda çok farklı kültürler, dinler, mezhepler bir arada, kardeşçe yaşayabilir ve aslında yaşıyorlar. Ancak bu toplum mühendisliğiyle onun üzerinden eğitim sisteminin içine Diyanet İşleri Başkanlığı sokulmaya çalışılıyor, vakıflar üzerinden tarikatlar sokulmaya çalışılıyor, “ÇEDES Projesi” deniyor buna yani itaatkar bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor.
31 Martta baktılar “Ya, itaatkâr, dindar ve kindar nesil yetiştiremedik.” deyip bir telaşla hemen bu modeli uygulamaya geçmeye çalışıyorlar ki emekçi çocukları yoksulluk içinde yaşasın, hatta yoksulluk değil açlık içinde yaşasın ve sesini çıkarmasın, sürekli itaat etsin istiyorlar. İşte, o emekçi çocuklarını MESEM projeleriyle ucuz iş gücü olarak kullanıyorlar, bu projelerde de pek çok çocuğumuz hayatını kaybediyor denetimsiz ortamlarda ucuz iş gücü olarak kullanıldığı için. Bu müfredat değişikliğinde millî ve manevi değerler çok fazla vurgulanmış, işte o vurgulanan kavramlar üzerinden aslında eğitimdeki eşitsizliğin üzeri örtülmeye çalışılıyor.
Biz, eğitimdeki eşitsizlikleri konuşmadan ve bunlara çözüm önerisi geliştirmeden söylediğimiz her söz havada asılı kalıyor, bomboş kalıyor. Aslında, emekçilerin ihtiyacı olan, emekçi halkların ihtiyacı olan eğitim modeli parasız, bilimsel, demokratik ve ana dilde eğitim modelidir, bu eğitim modelini hayata geçirmek için biz de her yerde sözümüzü söyleyeceğiz. Şimdi, deniyor ki: “Biz modeli on yılda tamamladık.” “On yıl uğraştık. İşte şuna sorduk, buna sorduk, yazdık, çizdik.” diyorlar ancak bir bakıyoruz ki modelin askıda kalma süresi sadece bir hafta, bir hafta askıda kalmış, hop, askıdan indirilmiş. Binlerce sayfalık bir müfredat, binlerce sayfadan oluşuyor, bir haftada kim neyi inceledi, ne anladı? Biz de inceleyebildiğimiz kadar burada söz kurmaya çalışıyoruz.
Aslında, işin mantığı üzerine biraz baktığımızda bir bütün olarak tüm kesimlerin çoğul değerleri değil, eğitimde yıllardır eleştirdiğimiz burada teklik referans alınıyor. Yani “Türkçe” deniyor “Türklük” deniyor, “Müslümanlık” deniyor yani tek bir millet var, tek bir din var hatta tek bir dinin tek bir mezhebi var ve çocuklarımız bunun üzerinden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız, biz bu toplum mühendisliğinin karşısında çoğulculuğu savunuyoruz, bu çoğulculuk üzerinden mutlaka bir arada, kardeşçe yaşayabileceğimiz bir toplumu inşa edeceğimize inanıyoruz.
Bakın, örneğin, çok enteresan “erdem” kavramı vatanseverlik duygusu üzerinden tanımlanıyor, vatanseverliğin ölçütü olarak da “Türk kültürünün devamlılığı için çaba gösterir.” deniyor yani erdem eşittir vatanseverlik eşittir Türk kültürünün devamlılığı. Yani bu kadar büyük çelişkiler, bu yüzyılda bu kavramlar üzerinden kendini ortaya koyma hâlini ben vizyonsuzluk olarak görüyorum. Zaten başka kısımlarını söyledim de şimdi “değerler telkini” deniyor. Hatta bu değerler telkinini ölçme değerlendirme kriterleriyle ölçebileceklerini söylüyorlar. Bir eğitimci olarak ben buna gerçekten ancak gülebiliyorum. Yani bunu kesinlikle bir ölçme kriteri olamaz. Eğitim sistemi toplumdaki tüm insanların varlığını Türk varlığına feda etmelerini isteyen ırkçı yaklaşımla hazırlanmış bir program.
Bakın, bunun sonuçları var, bu yıllardır yapılıyor tabii, yeni bir şey değil. Bunu sadece bir model olarak karşımıza çıktığı için söylüyorum. Bunun sonucunu biz geçtiğimiz 23 Nisanda gördük. Bitlis Tatvan’da Kıyıdüzü köyünde bunun çok açık bir sonucu yaşandı. Ben ismini vermeyeceğim, basında var -biz soru önergeleri de verdik parti olarak- bir öğretmen diyor ki sosyal medya hesabındaki paylaşımında: “Yeni atanmışım, köyün tamamı terör örgütü yanlısı, velilerin hepsi sosyal medyada Selahattin Demirtaş’ın fotoğrafını paylaşıyor. Ben Atatürk baskılı tişörtle 23 Nisanda zeybek oynadım, bu benim zaferimdir.”
Gurur duyuyormuş bütün bunlardan yani illegal oldu partimiz, partimizin eski eş genel başkanı terör yanlısı oldu yani toplumda ırkçılığı kışkırtan öğretmen modeli. Peki, ne oldu? Soruşturma dahi açılmadan istediği yere gönderildiğini öğrendik biz bu öğretmenin. İşte, bu modelle, bu müfredatla bunlar çok daha fazla yaygınlaştırılmak isteniyor.